Necib Mahfuz için o kadar çok niteleme yapıldı ki! Artık bu nitelemelerin çoğunu, yazarı tanıyanlar biliyor. Dostoyevski’ye benzetenlerden tutun da, Ortadoğu’nun Balzac’ı diyenlere kadar onun kalemiyle tanışan herkesin bir benzetmesi vardı.
Ama bu benzetmeler hep Dostoyevski gibi, Balzac gibi Dünya edebiyatına damgasını vuran büyük isimler ile olmuştur. Hakları da vardır, çünkü Necib Mahfuz öylesine kuvvetli bir kalem, kitaplarındaki anlatımı zihin dünyamıza öylesine derinden işleyen bir usta.
Necib Mahfuz’un zihin dünyamıza tesirinin sebeplerinden biri, onun kitaplarındaki anlatımın alabildiğine gerçekçi oluşu ve çağını da, yaşadığı toprağı da, o toprağın geçmişini de alabildiğine iyi analiz edişi… Tıpkı, Kahire Modern’de olduğu gibi…
Kahire Modern: Mahfuz’un Büyük Eseri
Kahire Modern’i okurken sanki Türkiye’nin modernleşme sürecini bir film izler gibi hissedersiniz. 1945’te yayınlanan roman, Türkiye’ye 2005 yılında yapılan çeviriyle girdi. Geç kalmış bir tanışıklıktır bu aslında. Ama yine de romanı okuduğunuzda sanki Türkiye’nin o yıllarını anlatıyor gibi bir yakınlığı hissettirip, adeta okuyanı bir zaman yolculuğuna çıkarıyor.
Bürokrasinin yozlaşmasını ve toplum üzerindeki tesirlerini öyle gerçek anlatıyor ki, okuyucu o dönemi yaşarcasına olayların ve dönemin içine giriyor.
Kahire Modern için, Necib Mahfuz’un başyapıtlarından demek yanlış olmaz. Evet o, dünya klasiklerinin sahipleriyle yarışacak bir anlatım, kuvvetli bir analiz kabiliyeti ve toplumda çark kuranların o çarklarına girmeyen bir duruş… Necip Mahfuz, bu yüzden birçoğunun benzettiği gibi Ortadoğu’nun Balzac’ı ya da Dostoyevski’si olmaya layık bir isim.